Anksiyete (kaygı) nedir?

Anksiyete genel olarak kaygı, korku, endişe veya huzursuzluk gibi duyguları ve bunlarla ilgili tepkileri ifade etmek için kullanılır. Bu duygular hafiften ağıra kadar çeşitli düzeylerde görülebilir. Aniden yüksek bir ses duymak, ilk defa okula gitmek, önemli bir sınava girmek, topluluk önünde konuşmak gibi durumlar hemen herkeste bir miktar kaygıya neden olur. Fakat bazı kişilerde kaygı ve kaygıyla ilişkili bilişsel, duygusal, bedensel ve davranışsal tepkiler beklenenden yoğun ve uzun sürerek kişinin günlük yaşamı olumsuz etkileyecek düzeye ulaşır. Bu durumda anksiyete bozukluklarından söz edilebilir.

Anksiyete Bozukluklarının türleri ve belirtileri nelerdir?

Anksiyete Bozuklukları klinik özelliklerine göre ayrılma kaygısı bozukluğu, sosyal anksiyete bozukluğu (sosyal fobi), seçici konuşmazlık, yaygın anksiyete bozukluğu, panik bozukluk, agorafobi ve özgül fobi olarak değerlendirilir (APA 2022).

Ayrılma kaygısı bozukluğu (AKB) çocuk ya da ergenin bağlandığı kişilerden (anne, baba vb.) ayrılması gerektiğinde yaşına uygun olmayan ve aşırı düzeyde kaygı ya da korku yaşamasıdır. AKB olan çocuklar bu kişilerden ayrılmayı düşündüklerinde bile yoğun bir korku yaşayabilirler; onların ya da kendilerinin hastalık, ölüm, kaza gibi olumsuz durumlar yaşayacağıyla ilgili aşırı kaygılanabilir ve bu konularla ilgili tekrarlayıcı rüyalar görebilirler. Bağlandığı kişiden ayrılmamak için kendi yataklarında uyumayı ya da okula gitmeyi reddedebilirler. Bu kişi yanında olmadan evden çıkmak, çok yakın bir akrabasında kalmak ya da bazen odasında kendi başına oynamakta bile zorlanabilirler. Bu çocuklar ayrılık durumunda ya da öncesinde yoğun bir sıkıntı hissiyle birlikte bedensel belirtiler (çarpıntı, baş ağrısı, karın ağrısı, bulantı, kusma gibi) de gösterebilir. Özellikle okul günlerinde artış gösteren ve okula gitmeyi ve okulda kalmayı zorlaştıran bu tür belirtiler hafta sonları ya da tatiller gibi evden ayrılmanın söz konusu olmadığı günlerde çok hafifler ya da kaybolur. AKB çocuklarda okul reddinin en sık sebebi olup okuldan ayrı kalınan süre uzadıkça kaygı ve ikincil durumlara müdahale zorlaştığından acil müdahale gerekmektedir.

Sosyal anksiyete bozukluğunda kişiler diğer insanların onları inceleyeceği, olumsuz biçimde yargılayacağı, alay edeceği ya da aşağılayacağı biçimindeki korkuları nedeniyle sosyal ortamlarda yoğun stres yaşarlar. Topluluk önünde konuşma, yeme-içme, ortak alanları kullanma gibi durumlarda yanlış bir şey söylemekten, hata yapmaktan, konuşurken seslerinin ya da ellerinin titremesinden korkabilirler. Bu tür durumları düşünmek bile onlarda utanç hissi oluşturabilir ve başkalarına “rezil olacaklarını”, diğerlerinin onları eleştireceğini, beğenmeyeceğini düşünerek bu tür sosyal ortamlardan çoğunlukla kaçınmaya çalışırlar. Kaçınmanın mümkün olmadığı hallerdeyse ancak aşırı bir sıkıntı duyarak böyle ortamlara katlanabilirler. Böyle durumlarda dikkat çekmemeye çalışma, diğerleriyle göz teması kurmama, az konuşmaya ya da konuşacaklarını önceden tasarlamaya çalışma ve erken ayrılma gibi stratejiler sergileseler de bu yöntemler uzun vadede sorunu daha da artırır. Sosyal anksiyetesi olan kişilerin bir kısmı erken çocukluktan beri “çekingen” olarak bildirilirken, diğer bir kısmında belirtiler ortaokul ya da lise döneminde ortaya çıkabilir. Sosyal fobide belirtiler çoğu zaman gelip geçici değildir, kişinin günlük işlerini, kişilerarası ilişkilerini veya okul/işteki işlevselliğini bozacak düzeyde şiddetli ve süreklidir.

Sosyal anksiyetesi olan kişilerin bir kısmında kaygı belirtileri sosyal ortamların çoğunda ortaya çıkar ve yaygın form olarak kabul edilir. Bir kısmındaysa daha sınırlı alanda (ör: sadece sınava girerken ya da sunum yaparken) veya kişilerle (ör: otoriteyi temsil eden öğretmen, patron gibi kişilerle konuşurken vb.) görülür ve sınırlı alanda sosyal kaygıdan söz edilir. Erken başlangıçlı sosyal kaygı küçük yaştan itibaren kendini aşırı çekingenlik olarak gösterir. Bu çocuklar sadece erişkinlerle değil yeni tanıştıkları yaşıtlarıyla da kaygılıdır. Bu yaşlarda kaygı tepkileri konuşmama, oyunlara katılmama, donakalma ve sinme biçiminde olabilir. Özellikle erken başlangıçlı sosyal kaygı akran ilişkisini, akademik başarıyı, kendilik değerini ve sosyal becerileri olumsuz biçimde etkileyebilir.

Seçici konuşmazlıkta (selektif mutizm) çocuk yakın ilişkide olduğu kişilerle konuşmasına rağmen yabancı olarak algıladığı kişilerle ve ortamlarda konuşmamasıdır. Seçici konuşmazlık daha çok erken çocuklukta, 2-4 yaşlar arasında başlar. Kliniğe başvuru daha çok okula başladıktan ve öğretmenleriyle ya da sınıf arkadaşlarıyla konuşmadığı fark edildikten sonra olur. Bu çocuklar çoğu zaman “aşırı utangaç” olarak değerlendirilir ve bu yönüyle sosyal kaygı bozukluğunun ileri bir formu gibi görünür. Ancak İstanbul Tıp Fakültesi’nde yaptığımız bir çalışmada bu çocukların üçte birinde “aşırı inatlaşma ve karşı gelme” davranışları da gözlenmiştir (Alyanak ve ark. 2013). Ayrıca bir bölümünde erken dönem dil gelişiminde gecikme ya da yetersizlik de saptanabileceği için dikkatli olunmalıdır. Seçici konuşmazlık çok sık görülmemekle birlikte ağır formları sosyal iletişimi, akran ilişkisi ve akademik başarıyı olumsuz biçimde etkileyebilir.

Yaygın anksiyete bozukluğu (YAB) çocuk ya da ergenin günlük hayattaki pek çok durum ya da aktiviteyle ilgili aşırı ve kontrol edilemez düzeyde endişe duymasıdır. Endişeler tek bir konuyla sınırlı olmayıp birbirinden farklı pek çok alanda (ör: okulda başarı gösterme, kendi ya da sevdiklerinin sağlığı, doğal afetler, ailesinin maddi durumu, ülke ve dünya sorunları vb.) geniş bir yelpazede ortaya çıkabilir. Bu şekilde endişeleri olan bir çocuğa YAB tanısı koymak için aşağıdaki altı maddeden en az birisi de eşlik etmelidir:

  1. Devamlı huzursuz, gergin ve diken üzerinde olma
  2. İrritabilite (asabiyet, kolay kızma)
  3. Kolay yorulma
  4. Odaklanmada güçlük çekme ya da zihnin boşalmış gibi hissedilmesi
  5. Kas gerginliği
  6. Uykuya dalamama, sürdürememe ya da rahatsız uyuma

Özellikle okul öncesi dönemde çocuk endişelerini açıkça dile getiremeyebilir ve yukarıdaki bedensel ve duygusal tepkiler ön planda olabilir. Çocuklarda bedensel belirtilerden en sık huzursuzluk ve gerginlik görülür. Yaşla birlikte endişe konuları değişebilir. Okul öncesi dönemde daha sık görülen aile üyelerinden ayrılık ve yabancılardan zarar görme (hırsız, kaçırılma vb.) gibi konulara yaş ilerledikçe okul ve ödev başarısı, ölüm, hastalık, fiziksel görünüm, sosyal ve toplumsal olaylar eklenebilir. Bu çocuklar endişeli oldukları konularda aile bireylerinden hatta bazen öğretmen vb. diğer erişkinlerden her şeyin yolunda olduğu, güvende oldukları, yeterince başarılı oldukları vb. konularında devamlı onay ve güvence ararlar. Ancak bunlar kısa süreli rahatlatıcıdır ve aynı konuyla ilgili ya da başka bir konuya yönelen endişeyle süreç daha da pekişir. YAB’li çocuklar çoğunlukla aşırı mükemmeliyetçidir. “Yeterince iyi” olamayabileceklerini düşündükleri alanları denemekten kaçınabilirler, eleştirel ve kuralcı yönleriyle diğer çocuklarla ilişkiyi sürdürmede zorlanabilirler, korkulan durumlarla karşılaşmamak için aşırı önlem almaya çalışır ya da ailelerini bunun için zorlayabilirler.

Panik atak dakikalar içinde zirveye ulaşan, ani korku ve içsel sıkıntının yanı sıra bedensel ve bilişsel belirtilerin görüldüğü bir durumdur (APA 2022). Panik atak sırasında şu 13 belirtiden dört ya da daha fazlası bulunmalıdır: çarpıntı, terleme, titreme, nefes darlığı, boğulma hissi, göğüs ağrısı, bulantı, baş dönmesi, ürperme, sıcak soğuk hissetme, uyuşma, derealizayon (gerçeklik hissinin kaybı) ya da depersonalizasyon (kendine yabancılaşma), kontrolü kaybetme/delirme korkusu ve ölüm korkusu.

Panik bozuklukta ise kişi tekrarlayan beklenmedik panik ataklar yaşar ve devamlı olarak benzer atakları yaşama ve bunların sonuçlarıyla ilgili (kontrolü kaybetme, delirme, kalp krizi geçirme gibi) endişelenir ya da bunların olmasını engelleyebilmek için tedbir almaya (örneğin atak yaşadığı ortamlardan, egzersiz yapmaktan kaçınma vb) çalışır. Ancak bu çabalar kişinin atak geçirmesini uzun vadede engelleyemez ve kişinin hayatını daha fazla kısıtlamaya başlar.

Panik ataklar sadece panik bozuklukta ortaya çıkmaz. Sosyal fobide, ayrılma kaygısında, özgül fobide, travma ile ilişkili bozukluklarda, obsesif kompülsif bozukluk gibi durumlarda da görülebilir. Ayrıca hipertiroidi, kalple ilgili tıbbi durumlar ve bazı ilaçlar ve bağımlılık yapıcı maddeler de benzer belirtiler oluşturabileceği için ayırıcı tanıda yer almalıdır.

Agorafobide kişi olumsuz bir durum yaşarsa kaçıp kutulamayacağını ya da yardım alamayacağını düşündüğü ortamlarda yoğun kaygı yaşar. Bu ortamlar toplu taşıma araçları (otobüs, gemi, uçak vb), açık alanlar (otoparklar, alışveriş merkezleri, köprüler), kapalı yerler (alışveriş merkezleri, tiyatro, sinema vb), ev dışında tek başına olma, kalabalık bir yerde bulunma veya sıra bekleme olabilir. Agorafobi ergenlerde ve genç erişkinlerde daha sık olup daha çok yukarıda sayılan ortamlarda “panik benzeri belirtiler” yaşama kaygısıyla ilişkilidir. Ayrıca çocuklarda belli ortamlarda kusma ve kaybolma gibi korkular da görülebilir. Agorafobisi olan kişiler bu ortamlarda bulunmaktan kaçınır, mutlaka yardım edeceğini düşündüğü biriyle birlikte olmaya çalışabilir ya da mecburen bulunduğunda da yoğun stres yaşar.

Özgül fobide belli nesne ya da durumlardan sürekli ve aşırı düzeyde korkma söz konusudur. Bu korkular çocuklarda belli dönemlerde görülen, gelişimsel düzeyiyle uyumlu ve normal yaşamı belirgin biçimde etkilemeyen korkulardan farklıdır. Örneğin 2-3 yaşlarındaki çocuklarda karanlıktan, 4-5 yaşında canavarlardan ve kaybolmaktan, 5-7 yaşlar arasında ise mikroplar, okul ve doğal afetler gibi çevresel etkenlerden belli düzeyde korkma normal karşılanabilir. Bu korkular genellikle 9-10 yaşlarından sonra azalır. Özgül fobide çocuk korktuğu nesneyle her karşılaştığında, hatta bazen sadece bahsedildiğinde ya da düşündüğünde bile yoğun kaygı yaşar; ağlama, öfke atakları, donakalma ya da bakım veren kişiye yapışma gibi davranışlar sergiler. Terleme, titreme, baş dönmesi ve diğer fiziksel tepkiler sıktır. Korkulan nesneden kaçınma kaygıyı giderek daha da pekiştirir.

DSM-5-TR’de 5 tip özgül fobi tanımlanmıştır. Bunlar: hayvanlar (örümcek, böcek, köpek vb), doğal ortamlar (gök gürültüsü, fırtına, yükseklik vb), kan, iğne, yaralanma gibi sağlıkla ilgili girişimler, durumsal (uçağa ya da asansöre binme, kapalı alanlar vb.) ve diğer özgül durumlardır (boğulma ve kusmayla ilişkilendirilen durumlar, yüksek sesler, palyaço vb.). Özgül fobi çocuklardaki en sık anksiyete bozukluğu türü olup karanlık, hırsız, gök gürültüsü, böcekler, örümcek, köpek, aşı ya da enjeksiyon ve kostümlü karakterler en sık korku uyaran obje ve durumlar olarak bildirilmektedir.

Anksiyete bozuklukları hangi yaşlarda başlar?

Anksiyete bozuklukları bir bütün olarak değerlendirildiğinde ortalama başlangıç yaşı 11 olarak bildirilmiştir. Ancak bazı tür kaygı bozuklukları gelişimin belli dönemlerinde daha sık görülür. Örneğin ayrılma kaygısı bozukluğu genellikle okul öncesi ve erken okul yıllarında, özgül fobiler okul yıllarında, sosyal anksiyete erken ergenlik döneminde, yaygın anksiyete bozukluğu, panik bozukluk ve agorafobi geç ergenlik ve genç erişkin yaşlarda ortaya çıkar (Walter ve ark. 2020). Belirtiler ani olarak başlayabileceği gibi daha sık görülen hafif başlayıp zamanla artış göstermesidir. Kaygıyla ilişkili belirtiler genellikle hafifleme ve alevlenmelerle birlikte uzun süreli bir seyir izler.

Çocuk ve ergenlerde anksiyete bozuklukları ne sıklıkta görülür?

Anksiyete bozuklukları çocuk ve ergenlerde en sık rastlanan psikiyatrik tanı grubudur. Kesitsel olarak bakıldığında herhangi bir zamanda çocuk ve gençlerin %7’si en az bir anksiyete bozukluğu tanısını almaktadır. Ayrıca 4-5 çocuktan birinin yaşamının herhangi bir döneminde anksiyete bozukluğu tanı ölçütlerini karşıladığı da bilinmektedir. 13-18 yaşlar arasındaki gençlerde anksiyete bozukluğu sıklığının %30’lara ulaştığı; en sık olanların özgül fobi (%20), sosyal anksiyete bozukluğu (%9) ve ayrılma kaygısı bozukluğu (%8) olduğu bildirilmiştir. Bunları yüzde ikişer sıklıkla agorafobi, panik bozukluk ve yaygın anksiyete bozukluğu takip etmektedir.

Anksiyete Bozukluğunun nedenleri nelerdir?

Anksiyete bozukluklarının gelişiminde genetik faktörler, mizaç özellikleri, fizyolojik tepki verme biçimleri ve çevresel faktörlerin rol oynadığı gösterilmiştir.

Genetik Faktörler: Ailede anksiyete bozukluğu tanısı alan ya da belirtilerini gösteren bireylerin bulunması, çocuklarda bu bozukluğun gelişme riskini artırmaktadır. İkiz çalışmaları anksiyete bozukluklarında kalıtımın %30-50 oranında sorumlu olduğunu göstermiştir. Yaygın anksiyete ve sosyal anksiyete bozukluklarında bu oran daha düşükken (%20-40), agorafobi (%61) ve ayrılma kaygısında (%73) daha yüksektir.

Mizaç özellikleri: Davranışsal ketlenme (inhibisyon) ve olumsuz duygulanım gibi bazı mizaç özellikleri anksiyete bozuklukları için yatkınlık oluşturmaktadır. Davranışsal ketlenme bir çocuğun farklı ortam, nesne ve kişilerle karşılaştığında aşırı çekingen ya da huzursuz davranması, sözel ve davranışsal etkileşime girmemesidir. Bu özellik bebeklik döneminde yeni durumlara aşırı tepki gösterme ve huzursuzlanma, çocukluk döneminde ise sosyal ortamlarda kendini geri çekme şeklinde gösterir. Belirgin ketlenme çocukların %10-15’inde gözlemlenir ve başta sosyal anksiyete bozukluğu olmak üzere ilerleyen dönemde anksiyete bozukluklarının gelişiminde güçlü bir risk faktörüdür. Olumsuz duygulanım ise çocuğun kızgınlık, hayal kırıklığı, huzursuzluk ve mutsuzluk gibi olumsuz duygulanıma yatkınlığını ifade eder.

Fizyolojik faktörler: Anksiyete bozuklukları otonom sinir sisteminin aşırı duyarlı olup, çevresel zorlayıcı durumlara beklenenden daha yüksek düzeyde tepki vermesiyle ilişkilidir. Duyusal, duygusal, bilişsel ve sosyal uyaranlar bu kişilerde aşırı düzeyde psikolojik (ör: korku) ve biyolojik (kalp ve solunum hızında artış, terleme gibi) tepkilere neden olur. Ayrıca kan-iğne-yaralanma fobisi olanların vazovagal baygınlığa daha yatkın oldukları bilinmektedir.

Çevresel risk faktörleri: Anne ve babadaki psikiyatrik bozukluklar (ör: anksiyete bozuklukları, depresyon), ebeveynlik biçimleri (ör: aşırı korumacı ya da müdahaleci olmaları), güvensiz bağlanma, stresli ve travmatik yaşam olayları (ör: sevilen birinin kaybı, okul değiştirme, boşanma, taşınma, göç, felaket nedeniyle ayrılma gibi) ve bazı fiziksel hastalıklar (ör: astımlı çocuklarda panik bozukluk) anksiyete bozukluğu sıklığını artırmaktadır.

Anksiyete bozukluklarında tanı nasıl konulur?

Doğru tanı doğru tedavi için vazgeçilmezdir. Bu nedenle tanısal değerlendirme yeterli düzeyde eğitim, pratik ve klinik tecrübesi olan uzmanlar tarafından yapılmalıdır (Walter ve ark. 2020). Değerlendirmede belirtilerin içeriği, şiddeti, başlangıcı ve seyri, özgül bir bozukluğa işaret edip etmediği, belirtilerin oluşturduğu rahatsızlık hissi ve işlev kaybı, fiziksel bulgular ve gelişimsel aksamalar ele alınmalıdır.

Anksiyete bozukluklarının normal gelişimsel korkulardan ayrımı çok önemlidir. Örneğin bebeklerde yabancılarla karşılaşma, süt çocuklarında bakımverenden ayrılma, okul öncesi dönemde doğaüstü yaratıklar, okul döneminde fiziksel sağlık ve doğal afetler, ergenlerde sosyal ve varoluşsal endişe ve korkular anksiyete bozukluklarından ayırt edilmelidir. Bir durumun ruhsal bir bozukluk olarak değerlendirilmesi için “belirli sayıdaki belirtinin belirli bir süredir devam etmesi, bunların klinik olarak anlamlı düzeyde bir sıkıntı oluşturması ve günlük yaşantıyı olumsuz etkilemesi” gerekmektedir. Ayrıca belirtiler tıbbi bir durumla ya da madde kullanımıyla alakalı olmamalıdır.

Tanısal değerlendirmede çocuk ya da ergenin kendisinden, anne baba ve diğer yakınlarından ve okuldan bilgi almak önemlidir. Klinik muayenenin yanı sıra belirtilerin şiddetini ve hangi alanda yoğunlaştığını ölçmek ve tedavi sürecindeki değişimini takip için bazı ölçekler kullanılabilir. Türkçe standardizasyonunu gerçekleştirdiğimiz “Çocuk Anksiyete Depresyon Ölçeği- Ebeveyn ve Çocuk formları (RCADS)” 8-18 yaş arası çocuk ve ergenlerde anksiyete, obsesif kompülsif bozukluk ve depresyon belirtilerini taramada kullanılabilir (Görmez ve ark. 2017, 2018). Daha küçük çocuklarda ise ebeveynin doldurduğu “Çocuklarda Anksiyete Bozukluklarını Tarama Ölçeği (SCARED)” kullanılabilir (Karaceylan 2004).

Anksiyete bozukluklarında erken tanı ve tedavi neden önemlidir?

Anksiyete belirtilerinin erken dönemde fark edilip günlük hayattaki olumsuz etkilerinin anlaşılması klinik tablo tam oturmadan müdahaleyi kolaylaştırır. Örneğin davranışsal ketlenmesi olan çocukların yaklaşık yarısında ergenlik döneminde anksiyete bozukluğu gelişmektedir. Bu yüzden davranışsal ketlenmenin erken çocukluk döneminde belirlenmesi ve ebeveynlere gerekli bilgilendirmenin yapılarak koruyucu önerilerin ya da erken müdahalelerin yapılması ilerleyen dönemde ortaya çıkacak riskleri azaltmak açısından önemlidir (Rapee ve ark. 2005). Ayrıca ebeveynlerin tutumları ve psikiyatrik durumları da çocuktaki anksiyete bozukluğunun seyrini önemli ölçüde etkilediğinden bu alanlardaki müdahaleler de çocuktaki belirtilerin kalıcı hale gelmemesi için son derece önemlidir.

Çalışmalar anksiyete bozukluklarının çocuk ve ergenlikte çoğu zaman tedavisiz kaldığını ve bunun da ileri yaşlarda sosyal, eğitimsel, mesleki, fiziksel ve ruhsal sağlık alanlarında olumsuz etkilere neden olabildiğini göstermektedir. Anksiyete bozukluğu olan ergenlerin %9’unda intihar düşünceleri ve %6’sında intihar girişimi bildirilmektedir (Husky ve ark. 2013). Özellikle yaygın anksiyete bozukluğu, panik bozukluk ve depresyonu olan ergenlerde bu oranlar daha da yükselmektedir.

Anksiyete bozuklukları en sık hangi bozukluklarla birlikte görülür?

Anksiyete bozuklukları özellikle de yaygın anksiyete bozukluğu diğer anksiyete bozukluklarıyla ve diğer psikiyatrik tanılarla (ör: depresyon, bipolar bozukluk, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, öğrenme ve dil bozuklukları, davranış bozuklukları, obsesif kompülsif bozukluk, yeme bozuklukl

arı ve madde kullanım bozuklukları) sık olarak birliktelik gösterir. Mevcut anksiyete bozukluğuna bu tanıların da eşlik ettiği olgularda çok boyutlu bir tedavi planı gereklidir.

Anksiyete bozukluklarında tedavi ilkeleri nelerdir?

Çocuk ve ergenlerde anksiyete bozukluklarının tedavisinde bilişsel davranışçı terapi (BDT) ve serotonin geri alım inhibitörlerinin (SSRI) kısa dönemli en etkili ve güvenilir tedaviler olduğu çok sayıda bilimsel çalışmayla kanıtlanmıştır (Walter ve ark. 2020). Ayrıca serotonin nöradrenalin gerialım inhibitörlerinin (SNRI)’ların da ilaçlı tedavide kullanılabileceğine yönelik çalışmalar artmaktadır.

Çocuk ve ergenlerde anksiyete bozukluklarının tedavisinde bilişsel davranışçı terapi özellikle de hafif ve orta düzeydeki anksiyete belirtilerinde ilk seçenek olarak düşünülmelidir (Walter ve ark. 2020). Eğer belirtiler daha şiddetliyse veya kaliteli BDT’ye ulaşım mümkün değilse ilaç tedavileri alternatif tedaviler olarak düşünülebilir. Kombine tedavinin (BDT ve ilacın birlikte kullanımı) kısa dönemde tek başına BDT ya da ilaca göre daha etkili olduğu görülmüştür. Etkili bir tedavi için doğru tanı, derinlikli bir klinik formülasyon, geniş ve kapsayıcı bir tedavi planı ve çocuk/aileyle iş birliği önemli bileşenlerdir.

Ergen ve erişkin dönemde gidiş nasıldır?

Anksiyete bozuklukları belirtilerde hafifleme ve artışlarla birlikte genellikle kronik bir seyir izler. Diğer kaygı ve psikiyatrik bozukluklar için yatkınlık oluşturabilir. Erken çocuklukta ayrılma kaygısının ileri yaşlarda panik bozukluk ve depresyon; selektif mutizmin sosyal anksiyete bozukluğu ile devamlılık göstermesi sıktır.

Anksiyete bozukluğunda etkili tedaviler bulunmasına rağmen tedavi geren olguların yarısından azı herhangi bir tedaviye, daha da azı kanıta dayalı tedavilere ulaşabilmektedir (Walter ve ark. 2020). Farklı disiplinlerden uzmanların bu olguları daha iyi tanıması, değerlendirmesi ve tedavisi birey ve toplum ruh sağlığı açısından büyük önem taşımaktadır.

Kaynakça:

  • Alyanak B, Kılınçaslan A, Harmancı HS ve ark. (2013) Parental adjustment, parenting attitudes and emotional and behavioral problems in children with selective. J Anxiety Disord. 27:9-15.
  • American Psychiatric Association (APA). Diagnostic and statistical manual of mental disorders, 5th edition, Text Revision. Washington: American Psychiatric Association; 2022.
  • Görmez V, Kılınçaslan A, Ebesutani C ve ark. (2017) Psychometric Properties of the Parent Version of the Revised Child Anxiety and Depression Scale (RCADS-P) in a Clinical Sample of Turkish Children and Adolescents. Child Psychiatry Hum Dev. 48:922-933.
  • Görmez V, Kılınçaslan A, Örengül ve ark. (2017) Psychometric Properties of the Turkish version of the Revised Child Anxiety and Depression Scale – Child Version in a clinical sample. Psychiatry Clin Psychopharmacol. 27:84-92.
  • Husky MM, Olfson M, He JP ve ark. (2012) Twelve-month suicidal symptoms and use of services among adolescents: results from the National Comorbidity Survey. Psychiatr Serv. 63: 989-996.
  • Karaceylan F (2004) Çocukluk Çağı Kaygı Bozuklukları Özbildirim Ölçeği Ebeveyn Formu (The screen for child anxiety related emotional disorders) Geçerlilik ve güvenilirlik çalışması. Kocaeli Universitesi, Kocaeli. Yayınlanmamış Tıpta Uzmanlık Tezi.
  • Rapee RM, Kennedy S, Ingram M ve ark. (2005) Prevention and early intervention of anxiety disorders in inhibited preschool children. J Consult Clin Psychol. 73:488-497.
  • Walter HJ, Bukstein OG, Abright AR ve ark. (2020). Clinical Practice Guideline for the Assessment and Treatment of Children and Adolescents With Anxiety Disorders. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry. 59: 1107-1124.
Ayşe Kılınçaslan - DoktorTakvimi.com